OSMANLI TARİHİ PADİŞAHLARI
RESİM&TUGRASI

 

Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)

    Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bayezid Han'ın oğlu olup, annesi Dulkadirli ailesinden Aişe Hatundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzadeliğinde, devrin alimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzadeliğinde Trabzon Valiliği'ne gönderildi.

Trabzon’da başlayan devlet idareciliğinde, pehlivan yapılı vücudu, devrin silahlarını kullanmadaki mahareti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi. İdareciliğini, Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan asileri takip ettirdi. Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine, üç sefer yaptı. 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu. Diğer taraftan Şah İsmail’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sahilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına karşı, gayet şiddetli tedbirler aldı. Şah İsmail’in gayesi ve propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini teşhis etti. Valilik yetkisiyle bütün ülkede, Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzadeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed oldu. Babası İkinci Bayezid Han hayatta olmasına rağmen, Şehzade Ahmed ve Korkut, Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan, Şehzade Selim de harekete geçti. Uzun mücadelelerden sonra, 24 Nisan 1512 tarihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bayezid Hanı, yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle beraber yolcu etti. Babası 26 Mayıs 1512 tarihinde yolda vefat edince, cenazesini İstanbul’a getirtti. Bayezid Camii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.

Yavuz Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti. Ülke içinde hadise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek Rafizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Safevi devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete aldı. Eflak, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devamını teyid eden antlaşmalar imzaladı.

Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Azerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, Sünni Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dai ve halifeleri vasıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiileri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu.

Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiiliğin gelişmesini önlemek, hatta kökünü kazımak olduğunu biliyordu. Bunun için, İran’da kurulan Şii devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek emelindeydi. Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhatını doğuya çevirdi. Bu sayede İslam alemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla, Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı hakimiyetine girmesi mümkün olacaktı. Yavuz Sultan Selim Han, topladığı olağanüstü divanda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı. Divanda yapılan uzun müzakerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi.

Sefer hazırlığı esnasında, şehzadeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları, memleket aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezalarla cezalandırdı. Yavuz Sultan Selim Han'ın, asi, hain ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve beraberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde, isabetli bir karar oldu. Bu arada sefer hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20 Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek, ordu-yu hümayun ile İran Seferine çıktı. Anadolu’dan takviye kuvvetler alınarak ilerlendi. Şah İsmail, yiğitlik harcı olan er meydanına davet edildi. Meydana çıkmayınca, Safevi topraklarına girildi. Şahın, Sultan Selim Hana karşı ülkesini müdafaa etmemesi üzerine, ikinci bir name gönderildi. Bu namede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muharebe için ordu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, padişahların ellerindeki memleketlerin nikahlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu namahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek, miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edildi. Kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi. Osmanlı ordusunun aylardır yolda bulunması, sefer güzergahını Safeviler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmail’in ajanlarının faaliyetleri, Yeniçeriler arasında hoşnutsuzlukların çıkmasına sebep oldu. Sultan Selim Han, sefer bozguncularına, meselenin gayet hassas olduğu bu safhasında aldığı kesin ve kararlı tedbirle mani oldu. Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde, askere verdiği nutuk, harp psikolojisinin şaheserlerindendir. Bu nutukla; hedefe daha varılmadığını, seferden asla dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu seferden hatunlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın gelmesini isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azametini göstererek, gür sesiyle söyledi. Yavuz Sultan Selim Han'ın nutku, asker arasında çok tesirli oldu ve ordu onu takip etti. Bu arada, Safevi ordusunun, Çaldıran Ovasında olduğu haberi alındı. Çaldıran’da mevzi alındı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu ile İran Şahı İsmail-i Safevi kumandasındaki Safevi ordusu, 23 Temmuz 1514 tarihinde Çaldıran Ovasında muharebeye tutuştu. Çaldıran Ovası'nda yapılan meydan muharebesi, Osmanlı zaferiyle neticelendi. Şah İsmail-i Safevi tahtını, tacını ve hanımını muharebe meydanında bırakarak, kaçtı (Çaldıran Meydan Muharebesi / Savaşı). Safevi başşehri Tebriz’e kadar ilerlendi. Şah İsmail, İran içlerine kaçtı. Sultan Selim Han, Tebriz’e girip, şehirde kaldı. Tebriz’de Cuma selamlığı yapıp, hutbeyi aslına uygun olarak, dört halifeyi zikrettirerek, adına okuttu. Tebriz’deki alim, sanat erbabı, tüccar ailelerini İstanbul’a gönderdi.

Yavuz Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirmek istedi. Başşehirden çok uzakta bulunulması bazı devlet adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’ya hareket etti. Amasya’da fesatçıları cezalandırdı. Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyliği verilip, asilerin elindeki Kemah Kalesini muhasara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da, 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi. Padişahın da muhasaraya katılmasıyla, Kemah muhafızı 19 Mayıs 1515 tarihinde, kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı.

Mısır Memlukları ve İran Safevileri ile Osmanlıya karşı münasebetleri tespit edilen Dulkadiroğulları Beyliğinin de Anadolu’nun birlik ve beraberliği için Osmanlı ülkesine katılması gerekiyordu. Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı, 49.000 kişilik kuvvetle Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi. Osmanlı kuvvetleri, Göksun Muharebesi ve Turna (Nurhak) Dağı harekatında Dulkadirli Alaüddevle ve ordusunu mağlup etti. Alaüddevle ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu. Dulkadirli ülkesi, bütünüyle fethedildi. Dulkadir memleketi, başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak haline getirilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye verildi. Bu savaşta büyük hizmetleri görülen Hadım Sinan Paşa da veziriazamlığa tayin edildi. Dulkadirli topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlukları ile hudut komşusu olması Osmanlı-Memluk münasebetlerini gerginleştirdi. Doğu ve güneydeki fetihlere devam edilerek Çaldıran Zaferi'nden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok hürmet edilen meşhur alim, tarihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisi, Osmanlı nüfuzunu bölgede hakim kılmak için çalışmaya başladı. Bıyıklı Mehmed Paşa, Diyarbekir’i zapt etmekle vazifelendirildi. Diyarbakır, bölgenin merkezi durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem kalesi vardı. Şehir ve suru ile muhafazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Safevilerin batı hududunda set vazifesi görmekteydi. Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515’te Diyarbakır'a karşı harekete geçerek, şehri muhasara altına aldı. Safevili muhafız Karahan, Osmanlının şiddetli muhasarasına dayanamayıp, şehri terk ederek, Mardin tarafına çekildi. 19 eylül 1515 tarihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Amid kalesi fethedildi. Mardin’e sığınan Safevili kuvvetler de, meşhur alim İdris-i Bitlisi’nin nüfuzuyla bölgeden atıldı. Safevili Karahan, Ekim ayında Koçhisar mevkiinde yapılan muharebede öldürüldü. Osmanlının askeri kuvveti, İdris-i Bitlisi’nin manevi tesiriyle, beylerinin çoğu Sünni olan bölge, Osmanlı hakimiyetini tanıdı. Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve öldü.